Değişik

merhaba.
bir de yaza merhaba. ve tabi yazı eşsiz kılan denize, yakan güneşe, acımasız ve bir o kadarda kalleş rüzgara da merhaba dememek doğru olmaz. Çünkü bunlardır yazı eşsiz yapan. merhaba hepsine!

Sıradan bir cumartesi gününü sıradan olmaktan kurtarıp, ender yaptığım şeylerden biri olan okumayı seçtim..bir gün öncesinden planlamıştım aslında yapacağım işi. Sabah 10 kahvaltısından sonra okumaya koyuldum. Beklemezdim kendimi kitabın sayfalarına kaptırıp delicesine okumayı. Bu durumu biraz ötede olan telefonun titreşimiyle kafamı kitaptan kaldırıp telefon ekranına bakacağım o küçücük zaman diliminde, gözümün kitabın sol üst köşesine ilişmesi ile fark ettim. O küçük an içinde şaşırmıştım böylesine uzun okuyacağıma. Ardından şiddetle titreyen telefonu açtım. Arayan arkadaşımdı. Birlikte bir şeyler yapabileceğimizi sordu ve sorusunun cevabını alamadan bir başka ses “n’aber kanka? geçen boş mesajına cevap atamadım kusura bakma” dedi. Bu da bir diğer arkadaşımdı. Biraz konuştuktan sonra birlikte zaman geçirebileceğimizi söyledim ve birkaç dakika içinde evin önünden beni alacaklarını ve hazır olmamı istediler. Hazırlanırken telefonum yine çaldı ve tanımadığım bir numaraydı bu kez. Açtım, 15-20 dakika sonra rahatça görüşebileceğimizi söyledim ve kapattım. Çok fazla zaman geçmeden hazırladım ve kapı önüne çıktım. Arkadaşlarım da gelmiş beni bekliyorlardı. Benimle birlikte kapıdan çıkan babam ile görüştükten sonra araca bindim. Duman’dan ‘yanıbaşımdan’ çalıyordu ilk başta arabada. “Oo Duman’cı olmuşuz” dedim. Ardından dediğimi onaylayan ses tonuna bağlı olarak müziğin sesi arttı.

Mutlu bir şekilde muhabbet ederken benzinliğe uğradık, o sırada telefonum çaldı ve ertelenen konuşmayı yaptım. Telefonu kapattığımda denizi gören dağların kıvrımlı yollarındaydık. Markete uğrayıp yiyecek-içecek birkaç şey aldıktan sonra yola devam ettik ve 5 dakika sonra sahildeydik. Üzerimizi değiştirip kumsala geçtikten sonra denizin keyfini sürmeye koyulduk. Yorulunca biraz güneşlenip dinlenme ve yine deniz. Ve yine dinlenme. Güneş tepedeydi ve bize gülümsüyordu. Deniz ve güneşin tadını aldıktan sonra ayrıldık sahilden.

Bu yaz farklı biraz,
Tadında değil sanki kiraz,
Biberi bol, tuzu az...
Saygı yok, sevgi az.


p.s.: yazının devamını yazamadım..

06.07.10
Yazdıklarımı bitirmeden kapatıp yarıda bırakmışım. Bunu yaparım bazen. Her neyse. Yazacaklarımın bir kısmını, ayrıntıları özellikle de, unutmuşum zaten vaktiyle. Oysa gecenin bir yarısı hastane yolunu tutup, sedyede belim ağrıyana dek yatmak zorunda kaldığım ve serumun saniyede yaklaşık iki kez damlaması sürecinde düşündüğüm ‘ince düşünceler’ yavaş yavaş silinir olsa da hafızamdan az çok izleri kaldı elbette. Özelikle de düşüncemin ana fikrini biliyorum en azından. Güzel bir şey.Evet, belki yukarıdaki yazının devamını mahvetti belki ama ne yaparsınız her şey yolunda gitmiyor bazen.

Gecenin bir saati hesap kitap işleriyleyim. ‘Matematikçi’ sıfatını henüz kazanamamış olduğum kanaatindeyim. Çünkü yaptığım, basit ‘bakkal dört işlemleri’. Kira 150, faturalar 30, faturalar 25, kira 125 gibi değerini sıkça değiştirdiğim bir fonksiyon yaratıp bunu sabitlemeye çalışıyorum. Rahat bir yaşamın izlerini sürmek en doğal hakkım olsa gerek. Fakat bazı sınırlamalar var elbet. Her şeyin farkındayım.
Düşüncem keskin bir virajdan dönercesine yön değiştiriyor. Aklıma Nazım’dan dizeler geliyor.
“Saksılarda hala tek tük karanfil bulunsa da,
Ovada güz nadasları yapıldı çoktan.
Tohum saçılıyor ve zeytinler devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
Bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursa’da.”


Usta ne kadar güzel söylemiş.
Özlediğim şeylerin olduğunu fark ediyorum. Özlemişim. Hafızamın ‘silinmesi güç olan durumlar’ın kaydedildiği bölümü daha baskın çalışıyor şu an. Bir de buna Pink Floyd’un bugünlerde tekrar tekrar dinlediğim, eşsiz kalitede ve güzellikte olan eseri “wish you were here” eklenince zamanda yolculuğa başlıyorum sanki. Geriye gidiyor hafızam. Bir saat, bir gün, bir hafta, bir ay gibi zaman dilimleriyle neler olduğunu düşünüyorum. Değişiyor her şey, yenik düşüyor zamana. Zamanla değişmeyen ne kalabilir yarına? Susup gizlense de duygular, saklı kalsa da deniz kabuğundaki inci tanesi; gün yüzüne çıktığında, gerçeğe kavuştuğunda, yitirmez önemini. Değerlidir hala. Yine “O” O’dur. Değişmez yeri sende, değişmez işte, değişmez.
Sebebi olmayan şeyleri yapmam. En küçük ayrıntımda dahi ararım sebep. Yani bu cümlenin sonuna noktayı koyuyorsam eğer vardır bir sebebi, cümle bitmiştir en basitinden. Bir noktayla nelerin olabileceğini bildiğim kadar üç noktayla nelerin olabileceğini de kestirebilecek kadar düşünebilecek düzeydeyim. Ayrıntılara takılarak, bazen kendime de ilginç geldiğim olmuyor değil. Az açarsak, kısa ve öz olanı sevdiğimi söyleyebilirim. Ama bunun da üstü kapalı olduğunu fark ettim. Böyle durumlarda kendimle çelişmek hoşuma gider. Yüzümde küçük bir gülümseme, içimde bir serinlik oluştu. Tıpkı yanakların gerilmiş, elmacıkların çıkmış, iki güzel çukurun yüzünü pırlantaya çevirmesinde duyduğum içimi bir hoş yapan o karşı konulamaz hissi yaşadığımda ki gibi. Ne hoş. Her şey hoşluğunda kalsa keşke. Kaybolmasa birlikte kurulan, başkasıyla doldurulan küçük hayatlar... Özlemek olmasa keşkeler biter miydi? Duygular olmasa özlemek kalır mıydı? Ve sevgi olmasa duygular var olur muydu? Ortaçgil’in de dediği gibi “her şey sevgiye başlar”. Sevgiyle kalın.

C.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Windows 10'da hosts dosyası değiştirme

KMPlayer Reklamlarını Kapatma

KMPlayer 3.8 Reklamlarını Kapatma